Masa, 2. yılının ilk sergisini Merve Şendil’in “Underscene Project” başlığı altında ürettiği çalışmalarının bir ayağı olan “DDR Diskografisi” adlı sergisi ile Apartman Projesi’nde gerçekleştiriyor.

Şendil, 2007 yılından beri Underscene Project başlığı altında profesyonel anlamda dolaşıma girmemiş müzik gruplarına ait arşiv çalışması yapıyor. Masa için bir araya getirilen ve bu arşivin bir bölümünü oluşturan “DDR Diskografi” başlıklı sergi de, İstanbul’da faaliyet gösteren yerel bir post-rock grubuna ait dokümantasyonları ve sanatçının grup için ürettiği nesneleri kapsıyor.
Merve Şendil, müzik ve onun etrafında oluşan müzik dışı bireysel/ kolektif yeniden üretimleri, farklı yer ve zamanlarda düzenlediği atölye çalışmaları ve oluşturduğu demokratik üretim süreçleri aracılığı ile sorunsallaştırmaya çalışıyor.





Kunstvlaai, 1997 yılından itibaren Amsterdam’da, Sandberg Institute tarafından eski bir gaz fabrikası olan Westergasfabriek’de düzenlenen alternatif bir sanat fuarı. Ticari galeriler için düzenlenen KunstRai’ye alternatif olarak, sanat fuarlarında kendine yer bulamayan sanatçı inisiyatiflerinin, her yıl toplanıp sunumlarını ve deneyimlerini paylaştığı bir platform olayı hedefliyor. Hollanda merkezli bir oluşum olmasının yanında, her sene farklı ülkelerdeki alternatif oluşumları da sunum yapmaları için davet ediyorlar. Bu yıl konuklar Çin ve Türkiye’ydi. Kunstvlaai 7 ye İstanbul’dan diğer sanatçı inisiyatifleriyle birlikte MASA’da davet edildi ve bir sunum gerçekleştirdi.



“Gündelik hayattaki daimi varlıkları yüzünden ihmal edilebilir addedilen şeyler neredeyse görünmez hale gelirler. Isabel Schmiga’nın sanatsal müdahalesinin temeli tanıdık durumlardaki önemsiz öğelerin bağlamlarında yapılan makas değişikliklerine dayanıyor. Sanatçı, bugüne kadar gerçekleştirdiği işlerde; geçişlere, her günkü çevresinin hassalarına, uzlaşmaz zıtlıklar gibi gözüken şeylerin çarpışmalarına, özlere ve sembolik niteliklerine, biçime ve kelimeye yoğunlaştı.
Malzemenin belagati, tanıdık şeylerin ve simgelerin çokdilliliği ile bedenin ve mekanın ilişkisi sanatçının bakışını iki anlamda belirliyor: bunlar hem düz anlamlarıyla motivasyondırlar hem de sanatçının tanıdık göstergelerin belirsizliğiyle ilişkiye geçme girişiminin motifleridirler, dolayısıyla anlamın sebatla hakedilmiş gizli potansiyellerini yüzeye getirirler:
Örnegin oyun tahtasında oynanan Ludo İsviçre bayrağında görünürleşir (MENSCH ÄRGERE DICH NICHT, 2003)”

Isabel Schmiga (1971) Paris’te yaşıyor ve çalışmalarını sürdürüyor. Braunschweig Güzel Sanatlar Akademisi’nde (MFA) ve Basel Üniversitesi’nde Sanat tarihi bölümünde görevlerine devam eden sanatçının kazandığı cok sayıda burs ve katıldığı misafir sanatçı programı arasında Isviçre’nin Basel sehrindeki DAAD, Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi’ndeki iaab ve 2008 yılında Paris Cité Internationale des Arts’daki iaab sayilabilir. İşleri hakkında daha fazla bilgi icin lütfen bknz.: www.schmiga.de

http://artforum.com/archive/id=19892




O yüzden cemaat anları olabilir- zaman zaman anlatılan bayram anları değil de, diyalojik anlar; Nazianzos’lu Gregorius’un koyduğu kurallara karşı gelindiği, diyalektik yapma sıfatı olmayanların, kendi sıfatlarını yeni bir başlangıcın şiddetiyle bir daha-önce-söylenmiş’in, bir daha-önce-kaydedilmiş’in olumlanması arasındaki ilişkiden alanların yerli-yersiz diyalektik yaptıkları anlar…

Jacques Ranciére


“I Wanna Hurt I Wanna Love” aynı adlı varolmayan bir müzik grubunun yaptığı eylemlerden arta kalan nesnelerin teşhir edilmesinden oluşuyor. Bu nesnelerin tarihleri ve yerleri, muhalif kültürün sık sık referans verdiği müzik ve siyasal tarihin önemli kırılma noktalarıyla çakışıyor. Bu önemli tarihsel durakların yanı başında kendisine sessizce bir varoluş üretiyor. Bu çalışma bu tarihlerde meydana gelen olayların sonrasında ortaya çıkan ortaklık ve cemaat düşüncesi ile de ilgileniyor. Yaşananlardan dehşete düşen, yeniden sorgulayan ve karşı duruş üretenlerin ortaklığı olarak tahayyül edilen bu cemaati, bir müzik grubunun tarihsel bedeni üzerinde bir araya getirmeyi deniyor.




Les exclus, Robert Bresson’un 1976 tarihli Le diable probablement isimli filmindeki aktörler, dekorlar ve replikleri kendine mal ediyor. Çalışma Fransa’daki banliyölerde Kasım 2005’te yaşanan olayları tartışmaya devam ediyor. Arkadaşlarla birlikte tek gün içinde gerçekleştirilen film siyasetin dilini konu alıyor. Bir vaka üzerinde belirleyici olan şey ya da kişi nedir ya da kimdir? Genç insanları eyleme geçmeye nasıl bir yeti yöneltir? Sürekli görünürlük dışında kalan gerçeklik nasıl oluyor da kısa bir zaman aralığında görünür hale gelebiliyor?

nowt/sooner’daki anlatı Marguerite Duras’nın Ah! Ernesto başlıklı kısa romanına göndermelerde bulunuyor. Filmde henüz bilmediği şeyleri öğrenmek istemediği için okula gitmeye direnen bir çocuğun hikayesi anlatılıyor. Adaptasyon öznel ile nesnel dil kullanımı, ses ile dil arasındaki ilişkiyi farklı sözce türlerine (rap/klasik) başvurarak irdeliyor; kişinin çok-dilliliğini değerlendirmeye, dilin baskıcı niteliğine direnmeye çalışıyor; ve dilin ortadan kaybolduğu, şeylerin içine bir hayvanın dahil olduğu kültür-dışılık, azgelişmişlik anlarının, dilbilimsel ‘Üçüncü Dünya bölgeleri’nin izini sürüyor.

Her iki çalışma da genç insanların yaşadığı kurumsallaşmaya tabi olma / kurumsallık-dışında kalma sorunsalına değiniyor. nowt/sooner zorunlu eğitimi, ve bilgi vermeyen ama koordinatlar yaratan, sınıfsal hiyerarşileri yeniden üreten okul sistemini sorguluyor. Les exclus’da ise genç insanların okullarda ve çalışma atölyelerinde kurumsallığa dahil edilmeleri durumunun toplumun geri kalanı tarafından istenir bir şey olmadığının ve kurumların dışlama olgusunu körüklediğinin giderek görünür hale gelmesi sonucunda Fransa’da ortaya çıkan olayları ele alıyor.

Elke Marhöfer film, desen ve performans üzerine çalışıyor. Tarih ile siyaset arasındaki ilişki üzerine yoğunlaşarak, bugüne ya da geçmişe ait özgürleştirici anların izini sürüyor. Bir tür militanlık eğilimi taşıyor. Mesafeli eleştirel konumu arkasında bırakarak, çelişkiyle örülü heyecanların (yeni iletişim stratejileri doğuracak sağlık rejimleri, ölü veya ölmeyen siyasal eylemler) peşinden gidiyor. Başka insanlarla girdiği işbirlikleri aracılığıyla, yapımcı yerine daha çok aracı konumunu üstlenmeye çalışıyor. Nasıl ‘eyle’yeceğini öğrenmek üzere nasıl ‘yapıl’dığını unutmaya çalışıyor. Beraber yaşar halde kalmak için eylemek. Gelişmiş kapitalizmin öldürücü vuruşlarına karşı ‘eylemek’ bir ‘direnç’e dönüşüyor. Sanat dünyasının bu konuyla ilgisini ne? Sözkonusu çalışmalar festivallerde, bienallerde ve müzelerde gösteriliyor.

http://www.whateverbeing.de/