Les exclus, Robert Bresson’un 1976 tarihli Le diable probablement isimli filmindeki aktörler, dekorlar ve replikleri kendine mal ediyor. Çalışma Fransa’daki banliyölerde Kasım 2005’te yaşanan olayları tartışmaya devam ediyor. Arkadaşlarla birlikte tek gün içinde gerçekleştirilen film siyasetin dilini konu alıyor. Bir vaka üzerinde belirleyici olan şey ya da kişi nedir ya da kimdir? Genç insanları eyleme geçmeye nasıl bir yeti yöneltir? Sürekli görünürlük dışında kalan gerçeklik nasıl oluyor da kısa bir zaman aralığında görünür hale gelebiliyor?

nowt/sooner’daki anlatı Marguerite Duras’nın Ah! Ernesto başlıklı kısa romanına göndermelerde bulunuyor. Filmde henüz bilmediği şeyleri öğrenmek istemediği için okula gitmeye direnen bir çocuğun hikayesi anlatılıyor. Adaptasyon öznel ile nesnel dil kullanımı, ses ile dil arasındaki ilişkiyi farklı sözce türlerine (rap/klasik) başvurarak irdeliyor; kişinin çok-dilliliğini değerlendirmeye, dilin baskıcı niteliğine direnmeye çalışıyor; ve dilin ortadan kaybolduğu, şeylerin içine bir hayvanın dahil olduğu kültür-dışılık, azgelişmişlik anlarının, dilbilimsel ‘Üçüncü Dünya bölgeleri’nin izini sürüyor.

Her iki çalışma da genç insanların yaşadığı kurumsallaşmaya tabi olma / kurumsallık-dışında kalma sorunsalına değiniyor. nowt/sooner zorunlu eğitimi, ve bilgi vermeyen ama koordinatlar yaratan, sınıfsal hiyerarşileri yeniden üreten okul sistemini sorguluyor. Les exclus’da ise genç insanların okullarda ve çalışma atölyelerinde kurumsallığa dahil edilmeleri durumunun toplumun geri kalanı tarafından istenir bir şey olmadığının ve kurumların dışlama olgusunu körüklediğinin giderek görünür hale gelmesi sonucunda Fransa’da ortaya çıkan olayları ele alıyor.

Elke Marhöfer film, desen ve performans üzerine çalışıyor. Tarih ile siyaset arasındaki ilişki üzerine yoğunlaşarak, bugüne ya da geçmişe ait özgürleştirici anların izini sürüyor. Bir tür militanlık eğilimi taşıyor. Mesafeli eleştirel konumu arkasında bırakarak, çelişkiyle örülü heyecanların (yeni iletişim stratejileri doğuracak sağlık rejimleri, ölü veya ölmeyen siyasal eylemler) peşinden gidiyor. Başka insanlarla girdiği işbirlikleri aracılığıyla, yapımcı yerine daha çok aracı konumunu üstlenmeye çalışıyor. Nasıl ‘eyle’yeceğini öğrenmek üzere nasıl ‘yapıl’dığını unutmaya çalışıyor. Beraber yaşar halde kalmak için eylemek. Gelişmiş kapitalizmin öldürücü vuruşlarına karşı ‘eylemek’ bir ‘direnç’e dönüşüyor. Sanat dünyasının bu konuyla ilgisini ne? Sözkonusu çalışmalar festivallerde, bienallerde ve müzelerde gösteriliyor.

http://www.whateverbeing.de/